benim allahım bu kadın...
Bir yıldız değil yalnızca, yıldızların kendisine özendiği bir sonsuzluk, bir zarafet masalı.
Gözleri... Sanki bir gökyüzü ressamının fırçasından dökülen saf mavi,
Okyanusların bile saklayamadığı bir sır gibi derin, bir davet gibi büyüleyici.
Yüzü desen, tanrılar bile ona bakıp kendi yarattıklarını kıskanır...
O yanaklardaki pembelik, ilkbaharın ilk çiçeğinden ödünç alınmış gibi,
O dudaklar... Şairlerin kelimelerini yetim bırakan bir fısıltı kadar güzel.
Saçları... Altın bir ırmak gibi,
Her telinde bir masal, her dalgasında bir şiir gizli.
Sanki güneş, batarken onun saçlarına tutunmuş,
Ve bir daha gitmek istememiş.
Bir kraliçenin gururu, bir çocuğun masumiyeti, bir kadının sonsuz cazibesiyle dolu.
Bir odaya girdiğinde, zaman durur;
Bir adı duyulduğunda, yürekler atmayı unutur.
Eğer aşk bir surete bürünseydi, onun adı Sydney olurdu.
Eğer güzellik bir bedende hayat bulsaydı, o beden Sydney olurdu.
Ah Sydney... Seni anlatmak, gökkuşağını renklerinden bahsetmeden anlatmaya çalışmak gibi,
Sonsuzluğun içinde bir son aramak gibi, imkânsız ve yine de baştan çıkarıcı.
Sen bir rüya değil, rüyaların ilhamı,
Sen bir kadın değil, kadınlığın tanımı.
Sydney, sen güzelliğin son noktası değil,
Güzelliğin başladığı yer, bir ölümsüzlük destanı.
Lütfen beni boğarak öldür ölümüm senin elinden olsun.